19 Temmuz 2014 Cumartesi

Mülk Suresi 5. Ayet


   Ve lekad zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen liş şeyâtîni ve a’tednâ lehum azâbes saîr.

   Bu ayette Allah (c.c.) dünya semasını kandillerle tezyin ettik, süsledik, buyuruyor. Öncesinde 3. ayette çoğul olarak, yedi gökler vardı. Bu ayette artık "dünya seması" diye tek bir semaya işaret ediliyor. Dünyaya bakan, dünyayı saran, dünyaya yakın olan sema anlamlarına gelebilir. Öteki semalar daha aşkın, daha öte olsa gerek.
"Dünya semasını kandillerle tezyin ettik" Bu, dünyadan bakan kimseler açısından bir zinet, güzel bir manzara. Baktıkları zaman onların gözlerine hoş gelecek, anlamlı gelecek, onları düşünceye sevkedecek, onlara ilahi kudretin ve ilmin sınırsızlığını ilham edecek bir manzara oluşturuyor. Dünya seması bu anlamda öylesine rastgele, anlamsız, biçimsiz ve işlevsiz değil. İnsanları kendine bakmaya davet ediyor. Öyleya tezyin ettiğini, güzelleştirdiğini söyleyen herkes, zinetlendirdiği şeyi, insanların ilgisine sunan bir yaklaşımda olur. Şu halde dünya semasının tezyin olması da dünya sakinlerinin semaya bakmalarına bir davetiye gibidir. İşlevi tezyin ile sınırlı mı? Hayır, bu gördüğümüz ışıklı cisimler aynı zamanda " ve cealnâhâ rucûmen liş şeyâtîn" şeytanlar için birer ateş parçacığıdır. Bize bakan yüzüyle güzel bir resim iken, aynı zamanda şeytanları semadan kovan unsurlardır. Onlar mele-i ala'ya kulak vermeyi denedikçe her taraftan taşlanıyor. (Saffat 8) Allah (c.c.) gökte yaşanan bu tür durumlardan söz ediyor. Bu büzüm göz ile muttali olamadığımız bir bilgi, Allah bize haber veriyor. Bu varlıklar cinlerden müteşekkil. Cin suresinde onların kendi ifadesiyle "biz göğe dokunduk, baktık ki oradaki koruma önlemleri iyice arttırılmış" Bu ifadeye baktığımızda "göğe çıktığımızda" demiyorlar, "göğe dokunduğumuzda" diyorlar. Nasıl varlıklarsa bunlar, göğün bizim açımızdan erişilmez, olağanüstü uzak mesafelere, dokunmaktan sözediyorlar. Ve diyorlar ki "önceden biz orada oturaklar edinirdik" Böyle göğe dokunuan, bu mesafeleri gidip gelebilen varlıklar bir ayet sonra diyorlar ki " biz artık kanaat getirdik ki Allah'ı yeryünde aciz bırakamayız, kaçarak ta O'ndan kurtulamayız."  Böylesine hızlı hareket edebilen, bu mesafeleri dokunarak geçebilen varlıklar için Allah'tan kaçarak kurtulmak ya da O'nu aciz bırakmak olanaksız birşey ise bizim bu fiziksel varlığımızla, yere mahkum ağırlığımızla Allah'ın kudreti karşısında ne kadar çelimsiz olduğumuzu düşün.

   Bu varlıkları bize Allah (c.c.) haber veriyor. Hakikatını benzerleriyle idrak etmemiz mümkün. Kendi varlığımızla da idrak etmemiz mümkün. Şimdi biz cinlerin varlığını - hem de bu dünya ortamında nasıl yaşadıklarını- açıklayamıyor isek, keyfiyetinden habersiz isek bu hakikatı reddetmemiz gerektiği anlamına gelmez. Biz nasıl olduğunu açıklayamadığımız başka hususların da varlığıyla birebir karşı karşıyayız. Mesela kendi ruhumuz. Allah resulüne ruh ile ilgili sorulduğunda "Rabbimin emrindendir" diye tarif ediyor. Ve akabinde "ilimden size ancak az birşey verilmiştir" Ruhun mahiyetine dair bir açıklamaya sahip olmasak ta varlığına dair bir idrake sahibiz. Varlığını biliyoruz çünkü bizatihi varlığımız onunla kaim. Allah (c.c.) içimizden yeni gelenlere annelerinin karnında yeni bir beden yarattıktan sonra onları da yepyeni bir ruh ile dünyaya getiriyor. Bedeninin nasıl teşekkül ettiğiniz az çoktahmin edebiliriz. Kadının yediği içtiği üzerinden bir şekilde o beden orada oluşuyor. Ama sahip olunan ruh nereden geliyor? Bunun keyfiyetine dair açıklamamız var mı? Yok. Ama gerçekliğiyle birebir karşı karşıyayız. Dolayısıyla hakikati aklederek kesitirmemiz ile, nasıl olacağına dair bir açıklamaya sahip olmamız aynı şeyler değil. Bazı kimseler "keyfiyetini, nasıl olduğunu bilmiyorsam, o zaman hakikatini de kabul etmem" şeklinde bir yaklaşım gösteriyorlar. Halbuki bu pozitif ilimde bile karşılığı olmayan bir yaklaşım. Bugün matematik olsun, fizik olsun, tıp olsun hangi pozitif ilim dalını düşünürseniz düşünün, o ilim dalının karşı karşıya olduğu o kadar gerçeklik var ki o ilim dalları henüz bir açıklama getiremiyor ve bütün mesailerini bunların nasıl olduğuna dair açıklama bulmak için harcıyorlar. Olup olmadığıyla ilgili bir kuşkuları yok, milyarlarca dolar yatırım yapıyorlar nasıl olduğunu anlamak için. Pozitif ilimlerin alimleri bunca mesai harcarken bakıyorsunuz bazen din alimleri hakikatini idrak ettiği şeyin keyfiyetini çözemiyorsa hakikatini yok saymaya yöneliyor. Bu akletme faaliyeti değildir, akletme temelde şöyle başlar, ben sınırlı şeyler biliyorum, bildiklerim kadarıyla düşünüp, sonuçlara ulaşabiliyorum. Bu sınırlı bilgim dışında kalanları komple yalanlamak durumunda mı? Henüz bilmiyor ki, bilmediği bir şeyin varlığı hakkında reddedici konuşmak akletme değildir. Eğer böyle birşeyi iddaa ediyorsa bir insan aslında şunu iddia etmiş olur, "ben herşeyi biliyorum, herşeyi bildiğim içinde eğer birşey benim bilgi alanımın dışındaysa  o yok demektir"  bunu söylese söylese Allah söyler.

   ...ve a'tedna lehüm azabesseiyr. Ve onlar için cehennem azabını hazırladık. Bunlar göğe yöneldikçe, haram bir faaliyete yöneldikçe taşlandıklarını ve bu günahlarının akıbetinin ise cehennem olacağını haber veren ayetlerden biri.