12 Mayıs 2014 Pazartesi

Mülk Suresi 2. Ayet (4. Bölüm)

 
   Kötülükler de aynı şekilde sınav aracıdır. Güzelliklerde aranan şükür, kötülüklerde aranan sabırdır. Allah'ın (c.c.) şartları zora sokup, sıkıntılı hale getirip, test ettiği anda; "Elbette bu Rabbimizden gelen birşeydir, buna sabredeceğiz" diye mi karşılayacaklar, yoksa isyan mı edecekler.

   Allah (c.c.) Elçisini de müminleri de sıkıntılarla ibtila etmiştir. ...innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum...(1)  Onlara bütün insanlar sizin aleyhinizde toplandılar, artık onlardan korkun dendiğinde...

 Bütün Arap yarımadasında ne kadar karşıt güç varsa ittifak yapıp Medine'nin üzerine yürümüşlerdi. Onlar böyle bir musibette, ayetin ifadesiyle " canların boğaza dayandığı" bir sıkıntıda, içerden de münafıkların ihanetiyle,  büsbütün kuşatılmışlardı, o kadar ki yine ayetin ifadesiyle " zihinlerde Allah hakkında çeşit çeşit zanlar belirmişti." Bu kadar sıkıntıya uğradıkları andaki tepkilerini Allah (c.c.) Kur'an' da şöyle aktarıyor. Onlar demişler ki; ...haza ma vaadenallahü ve resuluhü...(2) Bu sıkıntı bize Allah'ın ve Resulünün vaadettiği birşeydir. Nasıl vaadetti Allah(c.c.); Biz sizi hayır ile de şer ile de imtihan edeceğiz, dedi. Şimdi sırası geldi bizi bu sıkıntıyla imtihan ediyor. Bu Rabbimizin zaten haber verdiği birşeydir. Allah (c.c.) onlar hakkında buyuruyor ki; Bu durum onların sadece imanlarını, teslimiyetlerini arttırdı. 

   Allah'ın (c.c.) bu ibtilaları (imtihanları) kesinkes, illaki yerine getireceğine dair Kur'an  da çok keskin ifadeler var. Ve leneblüvenneküm...sizi kesinlikle sınayacağız.(3) bizim okuduğumuz Mülk Suresinin bu ayetinde ölümü ve hayatı bunun için yarattım, diyor. Dolayısıyla bundan vazgeçmesi, bunun olmaması diye bir seçenek yok, başka türlüsünü düşünmeyin. O sebeple gelen ifadeler arapçası açısından son derece te'kidlidir.  Hatta bazı ayetlerde " yoksa sınanmadan bırakılacağınızı mı sandınız" diye tersinden nükteli bir şekilde, yani ne kadar yanlış düşünmüşsünüz, şeklinde ifadeler vardır. 


   Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât, ve beşşiris sâbirîn.(4)

   Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele.

   Kesinlikle sınanacaksınız. Mallarınız hususunda ve canlarınız hususunda. Canlarınızı da verip veremeyeceğiniz hususunda Allah (c.c.) sizi test edecektir. "Herşeyimi veririm ama canımı vermem" diye bir istisnanız mı kalacak? O yüzden Allah Resulü (S.A.V) diyor ki bunun niyetine her bir mümin illaki girmeli. Ve buna dair hazırlığını kendi iç dünyasında Rabbine arzetmelidir. Bunu hayal etmeksizin bir ömür geçirmemelidir. "Yarabbi, canımı bile istesen vermeye hazırım" diye kişinin bütün samimiyetiyle kendi içinde Rabbiyle bunu konuşabileceği bir kıvama ermesi lazım.

   "Sizden önce kitap verilmiş olanlardan da kötü şeyler işiteceksiniz" yani onların bu olumsuz söylemleri üzerinden de sizi sınayacağız. "Ve müşriklerden de çok eziyetler göreceksiniz, sabreder ve sakınırsanız muhakkak ki bu yapılacak işlerin en değerlisidir" bu sınanmalardan da beklenen şey sabır ve kişinin Allah'ın (c.c.) buyruklarına isyan etmeksizin korunması.


   Dolayısıyla hem hasenat hem seyyiat tamamen ibtilaya yöneliktir. Allah (c.c.) sınamak için kişinin hayatında bunca koşullar, bunca değişik durumlar, sahneler, farklı farklı sınav türleri varetmiştir. 

   Bunlar olmadan olabilir miydi? 

   Allah (c.c.) buyuruyor ki; Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum... Sizden önce gelenlerin başına gelenler  size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?(5) Aynı durumları test eden sıkıntıları size yaşatmadan sizi cennete sokuvereceğimizi mi zannediyorsunuz? 

   İnsanlar biz iman ettik demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? (6) İnsanlar sandılarmı ki biz iman ettik diyecekler, sonra fitnelere, sıkıntılara uğramadan öylece bırakılacaklar. Bu olanaklı değil. Allah (c.c.) müminleri öylece bulundukları hal üzerinde bırakıp, habis olanı tayyib olandan ayırtetmeyecek mi? (7) Asla öyle değil!  Allah (c.c.) halden hale sokacak, kişilerin ve milletlerin hayatında koşulları sürekli değiştirecek ve onları değişik ortamlarda, değişik sınav türleriyle karşı karşıya getirecektir. 


(1) Al-i İmran/173
(2) Ahzab/22
(3) Bakara/155, Muhammed/31
(4) Bakara/155
(5) Bakara/214
(6) Ankebut/2
(7) Al-i İmran/179


Mülk Suresi 2. Ayet (3. Bölüm)

   Li yeblüveküm... Sizi sınasın diye. Demek ki Allah (c.c.) belli koşulları varetti, mesela güzellikleri varetti, test unsuru olarak. 


   İnnâ cealnâ mâ alel ardı zîneten lehâ li nebluvehum eyyuhum ahsenu amelâ. (1)

   Biz yeryüzünde ne kadar zinet, ne kadar güzellik varsa hepsini varettik, niçin, onları sınayalım diye. Demek ki varlıktaki güzel şeyler de sınavın bir aracı, aynı şekilde kötü şeyler de, musibetler de sınav aracı.

   ...belevnâhum bil hasenâti ves seyyiâti leallehum yerciûn. (2)

   Güzel şeylerle de onları sınadık, kötü şeylerle de sınadık.


   Kullu nefsin zâikatul mevt, ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh, ve ileynâ turceûn. (3)

   Her can ölümü tadacaktır. Biz sizi denemek için hayırla da şerle de imtihan ederiz. Sonunda bizim huzurumuza getirileceksiniz.

   İyi ve güzel şeylerin sınavından Allah'ın beklediği, kulun bunlara karşı şükürde bulunması, bunların sahibini yok saymayıp O'na karşı şükran hissetmesi, kulluğa yönelmesi.

   Hatırlayın Süleyman (A.S.) 'ı, Sebe melikesinin tahtını istediğinde "İlim sahibi o zat dedi ki, ben o tahtı sana, sen gözünü kırpmadan getiririm" Hz. Süleyman (A.S.) o uzak diyardan istediği tahtı karşısında görünce, -belki insanın kendini birşey zannedeceği, çok kritik bir sahne- diyor ki; haza min fadli Rabbi- Bu Rabbimin fazlından, benden değil. Ne kendinden biliyor, ne de yapan kimseden. Demiyorki -nasıl becerdin, sen ne kadar yetenekli birisin. Bu Allah'ın (c.c) bana yaşattığı bir güzelliktir, diyor. Niçin, li yeblüveni- beni sınasın diye. E eşkurü em ekfur- şükür mü edeceğim, yoksa kendimi birşey mi zannedeceğim.

   Bütün güzellikler, Allah'ın (c.c.) hayatımıza kattığı, gözbebeğimiz olan bir çocuk veya ihsan ettiği bir mülk, güzel bir araba, güzel bir eş, hayatın her türlü güzelliği kişideki şükrü yoklayan bir unsurdur.


   Allah (c.c.) İbrahim (A.S.) ıda ihsan ettiği lutuflar üzerinden imtihana çekmiştir. Bunlar hep bela' dediğimiz sınav aracı olan şeyler. Kendisine evlat nasibedince evladı üzerinden sınav etmiş.

   Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun... Bir vakit Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle ( emirlerle) sınamıştı, O'da onları hakkıyka yerine getirdiğinden...(4) 

   Yani Allah'ın Elçileri beladan uzak olan, sınavdan muaf tutulan kimseler değil, tersine daha sıkı sınandıklarını görüyoruz. Allah (c.c.) İbrahim'i (A.S) imtihan etti, O'da busınavlardan geçmiştir, bunları tastamam yerine getirmiştir, diye ayette notunu da zikrediyor Allah (c.c).

   Dolayısıyla gelen bir evlatta sınav aracıdır. Kulun ona olan sevgisi, tutkusu an gelip Cenab-ı Hakkı geride bırakacak mıdır, bırakmayacak mıdır? Kul herdem Rabbinden taraf mı kalacaktır, yoksa kendisini evladıyla özdeşleştirip Rabbini unutacak mıdır? Bunların hepsi sınav için verilmiş şeyler.


(1) Kehf/7
(2) Araf/168
(3) Enbiya/35
(4) Bakara/124

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Mülk Suresi 2. Ayet (2. Bölüm)

   Ellezi halakal mevte vel hayate...

   Ölümü ve hayatı yaratan Zat, niçin yarattı? "Li yeblüveküm" Sizi sınasın diye. Allah gerekçesini açıklıkla ifade ediyor. Önceki ayetle birlikte düşününce, ölüm ve hayat bu mülkün içinde ortaya çıkıyor. O zaman bu sistem, içinde ölümün hayatın olduğu bu evren niçin varedildi sorusunun cevabı;  "sizi sınasın diye" Derinleştikçe derinleşen, büyüyen, küçülen ta atoma uzanan bu muazzam sistemi niçin varetti; "sizi sınasın diye" Burada tercihlerinin sorumluluğunu hatırlatan, ürperten bir yaklaşım var "deneneceksin, sınava çekileceksin! "

   Ve ma halaktül cinne vel inse illa li ya'buduni. Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (1)

   Allah(c.c.) ancak kulluk edelim diye, kulluğumuzun şuurunda yaşayalım diye bizi yarattı. Allah(c.c.) bu denli önem atfediyorsa bizim sınanmamıza, koca evreni, bu sistemi, ölümü ve hayatı yaratacak kadar,  o zaman bunun çok ciddi sonuçları olacak demektir. İşte bunun ağırlığı üzerimize çökmektedir.

   İmtihan etsin, bu sistem içinde çeşitli ortamlar yaratsın, tercihlerimizi ortaya koyabileceğimiz alternatifler oluştursun, bizi bu anlamda serbestlikle kendimizi ifade edebileceğimiz bir sınavın içerisine alsın diye. "Hanginiz daha güzel amel yapacaksınız" Demiyorki "Hanginiz daha çok amel yapacaksınız" niteliğini vurguluyor " ahsen"

   Allah Resulündeki ( s.a.v) örnekliğe bakarsak bu " ahsen" boyuyunu daha güzel anlarız. Kendisi birgün sabah namazından çıktıktan sonra eve döndüğünde -belki kuşluk vaktine yakın- eşinin hala oturduğu yerde tesbihler yaptığını görünce demişki; ben sabahleyin bir kelime söyledim, senin şu kadar bekleyip söylediklerinden daha üstündür. Ne söyledinki ey Allah'ın Resulü, deyince (tam hatırlamıyorum ama) Subhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber gibi bir zikir söylüyor. Vermek istediği mesaj şu; bilinçle, şuurla yüce yaratıcıyı bir ayetinde tefekkür etmek, anlamaya çalışmak, anmak sırf tekrara dayalı, anlamdan yoksun, sadece yorgunluk oluşturmaya yönelik şeylerden daha üstündür. Kendisi buna yönelmediği gibi insanlar açısından da buna fırsat vermemiş. Çünkü Allahın Elçisine (s.a.v) göre yapılması gereken az da olsa sürekli olanı. Allah katında kabul gören, hoş olan, beğenilen amel olarak böyle ifade ediyor.

   Ahsen amel Allah'ın Elçisinin(s.a.v) örneklediği kadardır. Bundan öteye yol aramak, fazlalaştırmak, çoğaltmak onun güzelliğine güzellik katmaz aksine bozar.

   "Ahsenü amela" niteliğinin vurgulu olması, bizim güzel bir örneğe yönelmemizi gerektirmektedir. Güzel örnek olarak doğrudan kitabın kendisine vahyedildiği elçiyle ilgilenmek en makul yaklaşımdır. O'nun ibadetlerini hangi sınır ve çerçevede yaptığına odaklanmak gerekir.


(1) Zariyat/56








9 Mayıs 2014 Cuma

Mülk Suresi 2. Ayet (1. Bölüm)

Ellezi halakal mevte vel hayate li yeblüveküm eyyüküm ahsenü amela ve hüvel azizül gafur.

   Allah (c.c) birinci ayette zatını takdim ve tarif etti, şimdi yaptıklarından söz ediyor. ''O' ki ölümü yaratmış olandır'' Ölüm diye bahsedilen şey yokluk değildir, ölüm yaratılmış birşeydir. Hayattan farklı ve hayatın öncesinde yaratılmış birşey. Ve muhtemel ki bizler önce ölüler olarak yaratıldık.

   ''Keyfe tekfurune billahi ve küntüm emvaten fe ahyaküm...''  Allah'ı nasıl inkar edebilirsiniz ki, siz ölü iken size hayatı veren O'dur. (1)

   Ölüm süreciyle ilgili açık şeyler söylemek zor. Ayetlerde ve Allah Resulü'nün (S.A.V) hadislerinde ipuçları var.

   ''Kul yeteveffaküm melekül mevtillezi vukkile biküm sümme ila Rabbiküm türceun"
De ki; sizi canınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği vefat ettirecek , sonrada Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz."(2)

   Yani melek gelip sizi vefat ettirdikten sonra neler yapılacağını onların bildiği, bizim adeta bir nesne gibi olduğumuz bir dönem. Ta mahşer, hesap, kişinin hakkında hüküm verilinceye kadar. Dolayısıyla o alanda bize bir insiyatif düşmüyor. O alan tamamen dışımızda kontrol edileceğinden olsa gerek Yüce Yaratan bizi bu konuda detaylı bilgilendirmemiş.

   Ne varki insanlar hayatta neler yapacaklarını merak etmeleri gerekirken etmiyorlar, ölüm sonrası aşamaları, kabirdeki durumları, ayrıntıları merak ediyorlar. Bu merak aslında yersiz. Çünkü yapacağın birşey yok o esnada, tamamen teslimiyet durumundasın. Ne yapılacaksa zaten yapıyorlar, senin bir katkın söz konusu değil.

   İradenin elinde olduğu, yapabileceğin birşeylerin olduğu ortam dünya ortamı. Dünyada ne yapılması gerektiğini de Allah (c.c) bütün tafsilatıyla anlatmış, bildirmiş. Bununla ilgilenilmesi gerekirken, burada vakitli ibadetler, ayrıntılı sorumluluklar varken, bunlar izah edilmişken, bunlarla ilgilenmeyip, insanın ölüm sonrası olaylarla ilgilenmesi, bunlarla ilgili vaadlere kapılması, buraları kurcalaması, onun kendi dikkatini dağıttığı, belki de şeytanın onun hedefini saptırdığı bir durum.

   Ve hayatı yaratan Allah (c.c). Bizi ölüler olarak yarattı ve bize hayat verdi. Sonra bizi öldürecek ve tekrar diriltecek. Böylece ölümü de iki kez, hayatı da iki kez tatmış olacağız. İkinci kez tattığımız hayat kalıcı bir şekilde bize verilecek. İster iyilerden olalım, ister kötülerden. Artık üçüncü bir ölümle
karşılaşma sözkonusu olmayacak.

Cehennemlikler diyorlar ki; "Rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa'terefna bi zunubina fe hel ila hurucin min sebil" Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik, bir daha bu (ateşten) çıkmaya bir yol var mıdır? (3)

   Yani yaşadığımız bu iki ölüm ve iki hayat durumundan sonra bizim için bir çözüm olabilir mi, yoksa hep azabın içinde mi kalacağız?

   Onların bu ifadesinde de açıkça görülüyor ki ölümü iki kez yaşamışlar, iki kez de hayatlanmışlar. Bu, ilk baştaki ölüm hali, sonra şu dünyada yaşadığımız hayat hali, ve tekrar karşılaşacağımız ölüm ve sonrasında kalıcı hayat...



(1) Bakara/28
(2) Secde/11
(3) Mü'min/11









7 Mayıs 2014 Çarşamba

Mülk Suresi 1. Ayet (3. Bölüm)

Tebarekellezi bi yedihil mülk...

   Bu ayet Yüce Yaratıcının büyüklüğünü, ilmini, mülkü üzerinden anlatıyor. Üzerinde yaşadığımız, başımızın üzerindeki bu engin mülk tamamıyla O'nun elindedir. O kadar geniş ve büyük ki, biz, hatta içinde yaşadığımız dünya ve güneş sistemi dahi bir nokta kadar bile değil. Bu kadar büyük bir sistemi yaratan ve kontrol eden kudretten sözediyoruz. 

   O'nunla irtibata geçebiliyor olmak, O'nu anlayabiliyor,  O'na saygı duyabiliyor, O'nu farkedebiliyor olmak, O'na secde edebiliyor olmak ne büyük şeref. O'na hamd edebilmemiz, O'nu razı edebilme ihtimalimiz dahi bizde büyük bir heyecan oluşturuyor, bize olağanüstü şeyler vaadediyor.  Allah'ın mülkü, bize olan vaadiyle daha bir anlamlıdır. Bize vaadettiklerini, yarattıkları üzerinden baktığımızda anlıyoruz.

   Ve hüve ala külli şey'in kadir.

   O herşey üzerine kadirdir. Mülke yönelik okumamız bizi bu anlama taşıdı. Yani O herşeye gücünü yetirir. Mülküne baktığımızda bunları yaratan, kontrol eden, bu sistemi işleten bu kudret herşeyi yapar, değilmi ki bunları yapmış. Bu böylesi bir referanstır.

   Fezada bir hiç hükmünde olan bu gezegende bile bizim için olağanüstü güzellikler sunan, bunları yaratan, bize, daha nicelerini yaratabileceğini vaadediyor. Bu mülke bakın ve O'nun "ala külli şey'in kadir- her şeye gücü yeten" olduğunu görün. 

   Bu bir projeydi, bir örnekti, bir versiyondu.(dünya-evren) Allah'ın sonraki yaratılışlar için bu projeye sadık kalmak, benzerini yapmak zorunluluğu yok. O, kendisini " yahluku ma yeşa'- dilediğini yaratan" olarak tanıtıyor. Hiçbir referansa, kalıba bağlı kalmadan yaratan. Bu "Fatır" demek. Yani bir öncekinin izini taşımaksızın yaratan. "Fatırıssemavati vel'ard- Göklerin ve yerin benzersiz varedicisi"

   Allah'ın mülkünün büyüklüğü, derinliği bir yönden de bize sonsuzluğu, sınırsızlığı ifade ediyor. Allah neden uçsuz bucaksız yaratmış bu evreni? Sonsuzluk kavramının karşımızda şekil almış bir fotoğrafı var.  Allah'ın kudreti ancak bu kelimeyle karşılığını buluyor;  "Sonsuz- Sınırsız" . 

   Böyle bir kudretten söz ediyoruz. Bunu elinde tutana hamd ediyor, O'na secde ediyoruz. Ve bunu O'ndan gayrı hiçkimseye layık görmüyoruz.



2 Mayıs 2014 Cuma

Mülk Suresi 1. Ayet (2. Bölüm)


Mülk O'na aittir, bu sistemi O çevirmektedir, sistem içerisinde insanın yaratılışı da bir parçadır.

"Sizi tek bir candan yaratan, sonra ondan eşini vareden, size evcil hayvanlardan sekiz çifti indiren, annelerinizin karnında sizi ardı ardına yeni yaratılışlarla üç karanlık evrede yaratan O'dur, işte sizin Rabbiniz O'dur."(1)

Burada temel şudur; mülk O'nundur, dolayısıyla rahimde olan biteni, yeni bir insanın yaratılışını kontrol eden de O'dur. Her kim orada yaratıyor, şekil, suret veriyor ise kulluk ta O'nadır.

İbrahim'e (a.s.) göklerin ve yerin melekütünü gösterdik(2)

Bu önümüzdeki sahne, (göklerin ve yerin mülkü )en büyük, en açık sinema gibidir. İnsanın izlediği, izledikçe hayran kaldığı, kendi hiçliğini, küçüklüğünü anladığı büyük bir sahne.

Müminler göklerin ve yerin yaratılışına baktıklarında derler ki, Rabbimiz Sen bunu boş yere yaratmış değilsin(3)

Bunca hazırlık, bu muazzam sistem ve bizim bu küçücük küredeki varlığımız. Bunun ciddi bir akıbeti, ciddi sonuçları olmalı. İşte diğerleriyle ayrıştığımız nokta. Onlar bunca araştırdıkları bu sistem hakkında bilim yaparken akıl yürütüyorlar, hesap yapıyorlar. Ama bunlardan anlam çıkarmaya sıra geldiğinde ne diyorlar; "hiçbir anlamı yok! Olur böyle şeyler." Hayata anlam verilen noktada ilimden kopuyorlar.

Sadece dünya hayatının zahiri konularında ilim yapıyorlar, ahiretten yana gaflet içindeler. Oraya gelince birdenbire kör, akletmeyen, hesap yapmayı bilmeyen birine dönüşüyorlar.

Halbuki müminler hiç uzaya araç çıkarmasa da, kendi bulundukları yerden güneşe, aya, ağaçlara, kendi yaratılışlarına bakıp; Sen bunları boşuna yaratmış değilsin, bizi bunun olumsuz akıbetinden koru! Yani bu ciddi bir süreç, bu sürecin neticesinde olumsuz bir akıbete uğrayanlardan eyleme bizi, diyor.

Müminler gökleri ve yeri böyle anlamlandırıyor. Yani sisteme bakınca sahibini görüyor. Ötekiler sahibi görmüyor. Muazzam güzel bir arabayı, yatı görünce "kimmiş bunun sahibi" demek kadar en temel soruyu sormuyor, malzemesi ne? Şurası nasıl? Burası nasıl? Diye ayrıntıya dalıyorlar.

Surenin girişi doğrudan bizi en temel cevaba iletiyor; mülk elinde olan Zat ne yücedir ve O herşeye kaadirdir. Biz bu duyguyu, bir bebek doğduğunda, bir belgesel izlediğimizde , O'nun ilmine, gücüne muttali olduğumuz her an yaşıyoruz. Oradaki hayranlık bizi çarpıyor. Bunun asla kendiliğinden olamayacağını, arka planda güçlü bir düzenleme, planlama olduğunu her an farkederiz.

"Tebarekellezi bi yedihil mülk" bunların hepsini içine alan bir yaklaşımdır.

(1) Zümer/6
(2) En'am/75
(3) Al-i İmran 191





Mülk Suresi 1. Ayet (1.Bölüm)

Tebarekellezi bi yedihil mülkü ve hüve ala külli şey'in kadir

Mülk elinde olan (Allah) ne yücedir. Ve O herşeye kaadirdir.

Ayette Allah lafzı geçmiyor. Mülk elinde olan O zat ne yücedir. Cenab-ı Hak Kur'an da pek çok yerde bunu öğretiyor. Gözlerinizin gördüğü, içinde yaşadığınız bu muazzam sistemden yola çıkarak Rabbinizi tanımlayın, O'na hamdedin, O'na doğru istikamet alın.

"Mülk kimin elindeyse" şeklinde bir tanım bu. "Gökleri ve yeri kim yarattıysa" İbrahim(a.s) ın tanımı gibi. "Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndüm"(1) diyor ya İbrahim(a.s).

Böylece herhangi bir referanstan kurtuluyorsunuz. Referans sadece içinde bulunduğunuz sistem, kainat. Ki onun varlığından kuşku duymuyorsunuz.

Allah Kur'an da insanı, Kendisine davet ederken, insanın içinde bulunduğu refereanslardan koparmaz. Yani gökleri ve yeri kim yarattıysa, mülk kimin elindeyse. Bu, o kadar akla uygun birşeydir ki. Bu, O'nu yarattıkları üzerinden değerlendirdiğimizi ifade eden muazzam bir kalıp.

"Onlar sana kime kulluk ediyorsun derlerse, de ki ben sizi vefat ettirip durana kulluk ediyorum."(2)

Yani süreç içerisinde sürekli tanık olduğumuz bir gerçeklik var,  bir döngü var, kimsenin bundan kendisini ayıramadığı bir sirkülasyon var. Doğum kadar ölümün de bir realite oluşu. Bunu kim işletiyorsa O'na kulluk ediyorum.

İşte bu şekilde bir tanımlama Kur'an a göre en keskin, en kuşku götürmez, en akla uygun ve içinde yanlış olma ihtimali olmayan bir adreslemedir.

Allah İbrahim'in (a.s.) milletine uyun derken böylesi bir yola bizi davet ediyor. Çünkü İbrahim(a.s) böyle tanımlar üzerinden gitmiş. "Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndüm" demiş. Hidayet ararken "Beni kim yarattıysa, ne yapmamı istediğini bana göstersin" demiş. İsimlere takıntı söz konusu değil.

"İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın"(3) farketmez, aynı Zatı çağırmış olursunuz. İster "Ey herşeye gücü yeten" diye çağırın, ister "Beni nerede olursam olayım duyan" diye çağırın. Aynı Zatı adreslemiş olursunuz.

O yüzden Allah'a özgü bu nitelikleri başkalarına kullanmak doğrudan ŞİRK olur. Yani Allah'ın bizi nerede olursak olalım duyduğu, bizden haberdar olduğu bilgisine ilaveten bir başkasının da aynı şekilde bizden haberdar olduğu, çağırırsak duyacağı, geleceği şeklinde bir düşünceye kapılmak doğrudan ŞİRK olur.

Herşeye tanık olan, herşeyi bilen kim ise, mülkün sahibi de O'dur.

(1)En'am/79
(2)Yunus/104
(3)İsra/110








Bismillahirrahmanirrahim

Selamün Aleyküm
Bu blogda Doç. Dr. Halis Aydemir'in sesli tefsir derslerinden aldığım notlar olacak inşallah.